Anasayfa > Haberler > The Batman Spoilerlı İnceleme: Joker’den Daha İyi ve Daha Akıcı

The Batman Spoilerlı İnceleme: Joker’den Daha İyi ve Daha Akıcı

Film İnceleme 2 yıl önce The Batman Spoilerlı İnceleme: Joker’den Daha İyi ve Daha Akıcı

The Batman filminin senaryosu ilk olarak 2017 senesinin ocak ayında yazılmaya başlanmış ve ilk taslakta Justice League ile bağlantılı başrolünde Ben Affleck’in olduğu bir Batman filmi tasarlanmıştı. Sonrasında olan olaylar ile birlikte filmin başrolü de dahil olmak üzere birçok şey değişti ve son haliyle günümüze kadar geldi. Biz bu filmi 02.03.2022 tarihinde Cinewam Sinemalarının davetiyle ön gösterimde izledik. Daha film çıkmadığı için öncelikle spoilersız sonrasında ise uzunca bir spoilerlı inceleme okuyacaksınız. Spoilerlı kısmı filmden sonra okumanızı ısrarla yineliyorum. Hazırsanız gelin The Batman filminin incelemesine geçelim.  

Öncelikle, girişte de bahsettiğimiz gibi, gelin The Batman filmini spoilersız değerlendirelim. İlk olarak şunu belirtmek isterim ki, DC’nin son zamanlarda Joker filmi dışında başarılı bir film yapamaması sebebiyle, filme hiçbir beklentim olmadan gittim. Evet, yüksektim ama aşırı bir beklentim yoktu ve bu film bana bir şamar vurdu adeta. Kısaca söylemek gerekirse bir sanat eseri izledim. Filmin daha giriş sekansında; ağırlığı, Gotham şehrinin sokaklarının ne tarz kötülüklerle dolu olduğunu anlatması, karanlığı, atmosferi ve müzikleri ile bizi nasıl bir şeyin beklediğini gösteriyor. Ah o atmosfer var ya, adeta kendimi Batman: Arkham City oyununda gibi hissettim. Her yer suçla dolu, leş gibi bir şehir, kötülük almış başını gidiyor... 

Filmin atmosferi şöyle dursun, temposu beni aşırı tatmin etti. Son zamanlarda alıştığımız şekilde yüksek marjdan başlayıp daha da yükselemeyince sonunu sönük gördüğümüz bir film değildi. Aksine sıfırdan başlayarak eksponansiyel bir artış göstererek bizi en tepede bıraktı. Normalde kahraman yolculuklarında bir zirve olur ve seyirciye filmi sindirmesi için bitişte bir nefes alma süresi verilir sonrasında da film biter. Ancak The Batman’in sonu da bu kadar düşük değil. Elbette bir düşüş oluyor ancak sonrasında tekrar hızlanarak bitiyor film. Bunu da ikinci filme bir yol olarak görebiliriz.  

The Batman incelemesi...


Spoilerlı kısma geçmeden önce biraz da teknik kısımdan ve filmin cast ekibinden bahsedelim. Filmin Görüntü Yönetmeni: Dune ve Lion filmleriyle Oscar’a aday olmuş daha önce de Rogue One (Rogue One: Bir Star Wars Hikayesi) ve Vice (Vice: Gölge Adam) filmlerinde de görüntü yönetmenliği yapmış olan Greig Fraser. Kendilerinin ellerinden öpmek ve projelerinin devamını çok yakından takip etmek istiyorum. Gerçekten inanılmaz bir iş çıkarmış. Çekim açılarının yeniliği ve çokluğu, bana filmi her açıdan ve histen izlememi sağladı. Diyalog sahnelerindeki yakın plan ve geçiş çekimleri ise gerçekten harikuladeydi. Başarılarının devamını esenlikler diliyorum. 

Genelde çoğu kişi tarafından göz ardı edilir ancak çoğu usta eleştirmen ve film konusunda tecrübeli seyirciler bilir ki; bir filmin müzikleri onun can damarlarından biridir. Bu film için bu damarların oldukça sağlıklı ve bir o kadar da etkili olduğunu söyleyebiliriz. Filmin bestecisi Michael Giacchino. Kendisi, filmin yönetmeni Matt Reeves ile daha önce Planets Of The Apes (Maymunlar Cehennemi) ve Let Me In (Kanıma Gir) filmlerinde birlikte çalışmıştı. Ayrıca, Up (Yukarı Bak) filmiyle Oscar ödülünü evine götürmüş olan bestecimiz; Ratatouille (Ratatuy), The Wolf Of Wall Street (Para Avcısı), Rogue One gibi filmler ve Gravity Falls (Esrarengiz Kasaba) adlı çizgi dizi ile baya bir ün toplamıştı. Bunca backgrounda (arka plan) ve tecrübeye bakınca filmin müziklerinin harika olmasını zaten bekliyorsunuz ancak şöyle bir durum var ki filmin müzikleri kusursuz. Batman’in ana müziği olmak üzere filmin müzikleri; korku, gizem, merak ve sır duygusunu kanımıza kadar işliyor. Gerçekten çok başarılı bir iş.  

Son olarak gelin filmin castından bahsedelim. Filmin başında Robert Pattinson’ın Batman’ine direkt alıştım. Çok farklı ve özgün bir Batman olmasına rağmen bana hiç sırıtmadı. Ayrıca, oyunculuğuna yaraşır şekilde kendisi Batman karakterini layığıyla canlandırmış. Ancak benim burada ufak bir tavsiyem ve sitemim var. Pattinson’ın Bruce Wayne’i daha önce gördüğünüz Bruce Wayneler kadar ne havalı ne de olgun. Olgunluktan kastım da hala genç bir Batman olmasından kaynaklı ancak havalı olmaması tamamen yıkıklığından. Siz de filmi izlerken göreceksiniz zaten bunu. Zoe Kravitz’in Catwoman’ı da, Pattinson’ın Batman’i gibi daha az olgun bir Catwoman’dı. Bu ikili arasındaki tutarlılık olduğu için iki karakterin nacizane toyluğu filmin başından sonra kendisine alıştırdı. Diğer castlara geçersek de, Paul Dano’ya Riddler için belli bir kısıtlılıkta serbestlik verilmiş ve bence bu serbestlik aktörün karaktere kişilik oluşturmasını ve bu kişiliği yaşatmasını sağlamış. Colin Ferrell’ın Penguin’i, Jeffrey Wright’ın James Gordon’ı, John Turturro’nun Falcone’u ve Andy Serkis’in Alfred’i tam anlamıyla cuk diye oturmuştu. Jeffrey Wright’tan emin değildim bir tek ancak filmde gördüm ki olmuş, hatta baya baya güzel olmuş. 

Çok uzun bir spoilersız incelemeden sonra isterseniz gelin spoilerlı incelemeye geçelim ve filmi açık açık konuşmaya başlayalım.  

The Batman incelemesi...

Tekrar ediyorum “BURASI SPOILERLI KISIM” filmi hala daha izlemediyseniz lütfen izledikten sonra okuyunuz. Öncelikle Filmin girişinden başlayalım. Filmin başı inanılmaz derecede ağır başladı. Sıfırdan başlayıp arttı demiştim, aynen öyle. Cadılar bayramında başlıyor film. Daha ilk sekansta Robert Pattinson’ın sesinden Batman bize Gotham’ın nasıl bir şehir olduğunu, ne tarz kötülüklerin dolup taştığını ve suçun hiç bitmediğini anlatıyor. O sırada da Gotham’da işlenen suçlar ve şehrin yer altı atmosferi gösteriliyor. Zaten daha bu anda film size kapkaranlık bir şehir izleteceğini bastıra bastıra söylüyor. Sonrasında Gotham serserilerinin bir adamı kıstırmasını görüyoruz ve o an. Pattinson’ın Batman’ini ve o harika müziğini duyuyoruz. Sonrasında bir kavga sahnesi. Ama o alıştığımız Batman gibi dokunulmaz değil. O da darbe alıyor ve dayak yiyor. Elbette kavgayı kazanıyor ama bize Batman’in daha toy olduğunu, dövüş anlamında daha o kadar gelişmediğini (ki daha 2 yıldır Batman olduğunu görüyoruz zaten filmde) ve en önemlisi onun da bir insan olduğunu ve 10 kişiye daldığında herkes gibi darbeler alabildiğini görüyoruz. Zaten sonrasında Batmobil’ine atlayıp Batcave’e gidiyor ve üstünü çıkarırken sırtındaki yaraları görüyoruz. Para, zeka ve eğitim dışında hiçbir süper yeteneği olmayan bir adamın insanüstü anlatılmasından dolayı Batman’den uzaklaşan birçok hayran, bu filmden sonra Pattinson’ın Batman’inde kendilerinden parçalar bulacaklar çünkü kendisi bizden biri.  


Neyse filme dönersek, filmin giriş sekansından sonra bir cinayet var ve o cinayette ilk defa Riddler’ı görüyoruz. Seçimlere sayılı günler kala belediye başkanı öldürüyor. Ardından, üstünde “to the Batman (Batman’e)” yazan bir zarf ve içinde bir bulmaca bırakıyor. Filmimiz asıl olarak burada başlıyor. Riddler her seferinde, örnek bir vatandaş gibi görünmesine rağmen aslında hiç öyle olmayan ve kötü hayatlar yaşayan büyük insanları öldürüyor. Öldürdüğü kişinin üzerine de aynı şekilde bir zarf ve bulmaca bırakıyor. Batman de hem bu bulmacaları çözmeye çalışıyor hem de Penguin’in mekanında neler olup bittiğini öğrenmeye çalışıyor. Bu sırada da Catwoman ile tanışıyor ancak bu ikilinin uyumuna daha sonra değineceğim. Riddler’ın her bulmacasında biz de Batman ile birlikte bir gizemi öğreniyoruz ve Gotham’ın bildiğimizden kötü bir yer olduğunu ve yeraltı sırlarıyla arka planda dönen olayları buluyoruz. Batman, filmde birçok kez sırrı çözdüğünü sanıp yanılıyor ve hep karşısında farklı bir bulmaca çıkıyor. Normalde filmlerde, seyirciye ufak ufak filmin sonuyla alakalı ipuçları verilir ve merak unsuru oluşturulur. Ayrıca seyircinin de filmi çözmesi istenir ancak bu filmde formül çok farklı. Film bize hiçbir şeyi fısıldamıyor, hiçbir şeyin ipucunu vermiyor. Batman ne biliyorsa onu biliyoruz, ne fazlasını ne azını. 3 saatlik bir filmde bu sıkabilir çünkü seyirci çözmek ister ve karakterini çözüşünü izlemek ister ama bu filmde sıkmıyor. Filmde o kadar çok öğrenilecek şey var ki, filmin gizemini çözmek istemiyorsunuz. Batman’le birlikte anlamaya çalışıyorsunuz bu da bu filmi farklı yapan sebeplerden biri. Interstellar, Upgrade, Exam gibi filmler bu tarzın başarılı temsilcileri olarak gösterilebilir.  

Filme döndüğümüzde; Riddler’ın bulmacaları, ölen üst düzey insanların bağlantıları, Penguin’in mekanında arka planda yaşanan olaylar ve Batman’in ailevi geçmişi yavaş yavaş işleniyor. Hem de hepsi aynı anda. Hani döner ile ayranı aynı anda bitirince içinizde bir huzur oluşur ya aynen öyle. Ne biri önce açığa kavuşuyor ne biri sonra. Bu da filmi dinamik tutuyor zaten. Riddler’ın bulmacalarına ise ayrıca değinmek istiyorum çünkü çok başarılardı. Bir bulmaca ve sudoku bağımlısı olarak bana aşırı zevk verdi, ki zaten filmin ana akışını sağlayan ve asıl yolu oluşturan bu bulmacalardı.  

The Batman incelemesi...


Filmdeki karakterlerden bahsetmek istiyorum biraz da. İlk olarak tabi ki de Batman. Batman: daha iki yıllık, dövüş sanatlarında usta ama olgun bir Batman kadar iyi değil, zeki, meraklı ve aşırı sessiz. Ben bu kadar sessiz ve içine kapanık bir Batman daha önce izlememiştim. Özellikle filmin ilk 45 dakikası adamın ağzından zorla laf alıyorlar. Seninle flörtleşmek istemeyen insanla konuşurken aldığın cevaplar gibi, tek kelime tek kelime konuşuyor. Ama sorun yok çünkü farklı bir Batman olduğu için benim hoşuma gitti. Gizli karakterini koruma çabası ve kendini inzivaya kapatır gibi Batcave’e kapatması da ayrı bir olay zaten. Bu durum kişiliğini de etkilemiş durumda. Zira Bruce Wayne aşırı yıkık. Ne giyimine kuşamına bakıyor, ne saçına başına bakıyor, leş gibi yıkık yıkık geziyor etrafta. Adamı cenazeye çağırmasalar takım elbiseli bile göremeyeceğiz. Gördüğüm en pasif Bruce Wayne’di. Ama dediğim gibi Batman’in daha başları ve gençliği olduğu için eminim devam filmlerinde karakter daha sosyal bir hale gelecektir. Zaten filmin sonlarına doğru (özellikle Penguin’in ve Riddler’ın sorgu sahnelerinde) çokça konuşuyor, bu yorumu yapmamı sağlayan asıl etken de bu zaten. Film boyunca Catwoman’la yaptıığı diyaloglar karakterin bu evreye gelmesini hızlandırıyor diyebiliriz. İkili arasındaki uyum adeta yirmilerinin başındaki çiftlerin uyumu gibi. Uyumlu mu belli değil, sevişiyorlar mı belli değil, arkadaşlar mı belli değil ama dediğim gibi sorun yok. İki karakterin, karakter evresi bazındaki tutarlılığı bu garipliği kapatıyor.  

Hazır lafı açılmışken Catwoman’a geçelim. İlk başlarda karakterin motivasyonu bana çok saçma gelmişti. Sırf arkadaşı için mi yani bu kadar şey diyordum. Ancak sonradan öğrendik ki Falcone’un kızıymış. Bu gerçeği tabiki de çizgi romanlardan biliyordum ancak sadece film olarak baktığımızda hiçbir şey bilmeyen biri için Selina Kyle’ın ilk motivasyonu çok saçma gelirdi ta ki gerçeği öğrenene kadar. Zaten, düşünmeden yaptığı davranışlar ve toyluğu da daha profesyonel bir hırsız olmadığını gösteriyor. Carmine Falcone’a gelirsek. Çizgi romanlarda daha sert bir simaya sahipti kendisi John Turturro’nun sempatik mizacı karakteri daha sevilesi yapmış bu da karakterin iyi biri olduğuna inanmamızı sağlıyor. Senaryonun bizden bizzat istediği şey de bu, bir şeylere inanmamız. Falcone’un sempatik canlandırılmasının yanı sıra Penguin de daha az agresifti. Devam filmlerinde Batman’le karşılaştıkça daha da agresif ve tehlikeli olacağını düşünüyorum çünkü depodaki baskın sahnesinde Batman’i öldürmek isterken silahla taraması ve siniri buna bir göz kırpmaydı. Falcone’un ölmesi ve Riddler’ın Arkham’a girmesiyle birlikte sokaklar daha da tehlikeli olmaya başlayacaktır çünkü yeni yeni kötüler ve mafyalar türeyecektir. Zaten filmin sonlarında Riddler’la konuşan Joker (ben o olduğunu düşünüyorum)’i gördük. Riddler’ın da motivasyonu, planlaması ve deliliğinin ne denli olduğunu bize çok iyi anlattılar. Batman’le Arkham’da yaptıkları son konuşmada, adeta Batman’in kötü yanlarının fark etmesini sağlaması harikaydı. Batman bu konuşmadan sonra kişisel intikamları bırakıp şehir için kendini adayan bir karaktere dönüşmeye başlıyor. Batverse’e hazır olun. 

Kötüleri bitirdiğimize göre son olarak komiser Gordon’dan bahsedelim. Daha 2 yıldır tanıdığı Batman’e karşı bu kadar güvenmesi aslında beni biraz rahatsız etti. Çünkü karşısındaki kişinin kimliğini bilmiyor, hiçbir suç mahalline girme yetkisi yok, evet kötülere karşı savaşıyor ama belki kendisi de kötü. Bize az da olsa Gordon’ın Batman’e tam güvenmediğini “Ben de sana güvenmiyorum seni daha iki yıldır tanıyorum ve kim olduğunu bilmiyorum.” repliğiyle vermeye çalışmışlar ama tam tutmuyor. Çünkü, sırf Batman’i karakoldan kaçırma uğruna dayak yeme rolü yapıyor. Beni rahatsız etti açıkçası ama karaktere gelirsek Jeffrey Wright çok iyi oynamış ve James Gordon’ın o ahlaklı ve sadece işini iyi yapmaya çalışan polis stereotype’ını çok iyi vermişler. Ayrıca cesareti ve hiçbir şeyden korkmamasını bizi çok iyi hissettirdiler. 

Filmin senaryosu, müzikleri, castı, akışı, teknik kısımları ve karakterlerinden bahsettik ama benim ufak ufak değinmek istediğim yerler kaldı. İlk olarak görüntü yönetmenliği. Bir araba takip sahnesi var öff yani... Sahnede en az 5-6 tane farklı çekim açısı kullanılmış. Kovalamacanın her anını resmen içindeymiş gibi hissediyoruz. Böyle o kadar çok an var ki filmde, insana kendini mest ettiriyor. Artı olarak da şunu söylemek istiyorum, filmde wallpaper (duvar kağıdı) veya poster olabilecek o kadar an var ki... Ayrıca, dövüş kareograflarına tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Niye mi? Sonunda silahlı adamlar Batman’e doğru silahlarıyla ateş etmeden koşmuyorlar. Sıkıyorlar, ve Batman’in kurşun geçirmez zırhı hazar almasını engelliyor. Bu kadar basit. Ayrıca, zaten son sahnelerde pompalıyla hasar da alıyor. Kavga da dayak da yiyor. Bu ya bu! Batman bile olsan kusursuz değilsindir elbette yumruk yiyebilirsin. Son olarak da, CGI hiç sırıtmamış. Diğer DC filmlerindeki gibi kötü CGI’ı karartıyla kapatmaya çalışmamışlar. Film karanlık bir atmosferde geçiyor ve sahnelerin çoğu gece evet, ama CGI’ı açık açık görüyoruz ve sırıtmıyor. Işık kullanımı sahnelerdeki kaliteyi direkt elit seviyeye çekmiş. Sahneler apaçık önümüzde. Tebrik ediyorum.  

The Batman incelemesi...


Şimdi siz “Kardeşim sen Batman hayranı mısın niye bu kadar övüyorsun bu filmi, hiç mi kötü yanı yok?” derseniz, evet var. İlk olarak bahsettiğim gibi, James Gordon’ın Batman’e olan koşulsuz güveni altyapısızdı. Filmde bir altyapı oluşturuluyor ama karakter filmin başından beri Batman’e bu şekilde güvendiği için ben yemedim şahsen. İkinci olarak, film çok uzun ve tamamen aksiyon dolu olmadığı için bazı insanları sıkabilir. Bir yanım “Bu hikayeyi bu kadar ayrıntılı daha kısa sürede anlatamazlardı.” derken diğer yanımda bazı sahnelerin (sayıları az da olsa) gereksiz ve uzun olduğunu düşünüyor. Ayrıca filmin after crediti, filmin sonuna kadar bekleyenler için hayal kırıklığı bence. Maksimum 10 saniyelik bir yazı var ve beklemeye değmiyor şahsen. Filmin başka bir kötü yanı ise bazı sahnelerde o Batman klişelerinden kurtulamaması. Mesela depodaki baskın sahnesi, James Gordon daha 5 saniye önce depoya arabayla gelmiş Penguin ve tayfasını arabayla takip edip geliyor. Batman’e ben geldim diyor. Batman diyor ki “Ben zaten burdayım.”. Ya nasıl ordasın. Ne uçabiliyorsun ne süper hızlısın. Sonradan görüyoruz ki Batmobil ile gelmiş. Ee usta, adamların nereye gideceğini nerden biliyordun? Madem biliyordun niye bu kadar uğraştırdın? Hadi aynı anda geldiniz diyelim, ses vermeden o çatıya nasıl çıktın? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi? Bu gibi Batman klişeleri, zamanında “Çünkü ben Batman’im.” diyerek açıklandığı için bu tarz sahneler bana batıyor artık açıkçası.  

Benim filmle alakalı düşüncelerim bunlardı. Ben filmi çok sevdim ve hatta Dark Knight filminden sonra benim için en iyi ikinci Batman filmidir. Umarım bu standardı ikinci ve üçüncü filme yansıtırlar ve keyif ve tatmin dolu bir Batverse izleriz. Umarım bu inceleme siz değerli okurlarımızı keyiflendirmiş, eğlendirmiş, bilgilendirmiş ve sizin için yararlı olmuştur. Bir sonraki incelemelerde görüşmek üzere. İyi günler dilerim.


Yorumlar (0)