Anasayfa > Haberler > Sanat Galerisi Gibi Bir Film: Oppenheimer

Sanat Galerisi Gibi Bir Film: Oppenheimer

Film İnceleme 10 ay önce Sanat Galerisi Gibi Bir Film: Oppenheimer

Bu yıl film severler için çok güzel bir yıl oldu. Yılın başından bu yana inanılmaz filmlerin çıkmasını bekliyorduk. Bu filmlerden bazıları çıktı bazıları da çıkmaya devam ediyor. 2023 yılı içerisinde bir aksaklık olmazsa Dune Part 2, Mission İmpossible 7, Flash, John Wick 4 gibi birçok filmin çıkması bekleniyordu. Bu filmlerden bazıları çıktı ve keyifli saatler geçirmemizi sağladı. Bu yıl çıkması beklenen en büyük filmlerden birisi de Oppenheimer’dı. Oppenheimer filminin dikkat çekici olmasının birçok özelliği vardı. Bunlardan birisi, filmi yaptığı her yapımın beğenilmesi ile ünlenen Christopher Nolan yapıyordu. Bir diğer özellik ise Cillian Murphy ve Robert Downey Jr’ın aralarında bulunduğu devasa bir kadrosunun olmasıydı. Sonuncusu ise aslında seyirciyi biraz korkutan bir özellikti çünkü Christopher Nolan CGI kullanmayı pek sevmiyordu. Ancak filmin konusu da atom bombasının tarihiydi. Uzun bir bekleyişten sonra…

Aylardır beklediğimiz gün sonunda geldi çattı ve Oppenheimer’ı basın gösteriminde izleme fırsatı bulduk. Her şeyden önce bu güzel filmin incelemesinde çok da spoiler olacağını söyleyemem çünkü zaten tarihi olaylar bunlar. Ayrıca biyogrofi filmi de olduğu için şaşırtıcı unsur beklemek biraz haksızlık olur. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki, bu incelemeyi bir fizikçinin elinden okuyacaksınız yani nasıl bir heyecanla yazıldığını bilmenizi isterim. O zaman lafı uzatmadan gelin incelememize geçelim. Tekrardan belirtiyorum incelemede spoiler var. Ancak bu bir tarihsel olay olduğu için çok kilit spoilerlar hariç diğerlerini önemseyeceğinizi düşünmüyorum. Neyse!

Öncelikle filmin en iyi yaptığı şeyden bahsetmek istiyorum: Görsek Dizayn. Filmden önce Atom bombası patlatma sahnesinin cgi olmayacağını, bu sahnenin kamera arkası halini görerek öğrenmiştik. Sonrasında filmde görsel efekt olmayacağına dair bir bilgi sosyal medyada veryansın etti. Filmde CGI var mı yok? Görsel efekt var mı peki? Elbette! Burada asıl odaklanmamız gereken nokta CGI’ın olmaması. Filmde Los Alamos’ta Atom Bombası’nın yapılması için bir şehir kurulması gerekiyor. Diğer bilim insanlarının da bu projeye destek verebilmeleri ve orada aileleriyle konaklayabilmeleri için bu yapılan şehrin kusursuz olması lazım. Nolan film için, westworld’ü aratmayan bir kasaba kuruyor. Ve filmde de bu kasabanın yapılış sürecini de gösteriyor. Ayrıca bomba deneme sahnelerinin hepsi gerçek patlayıcılar kullanılarak yapılmış. Asıl atom bombası sahnesinden bahsetmiyorum bile… Onu zaten bir çok kez kamera arkası görüntüsünden izlemiştik. Bununla birlikte filmin biyografi olmasından ve aksiyon unsurlarının az olmasından dolayı filmde cgi kullanımı gerektirecek çok bir sahne de yok bu da filmin çok daha gerçekçi olmasını sağlıyor. Daha gerçekçi olmasından bahsetmişken gelince senaryodan bahsedelim.

Şimdi siz senaryo ve gerçekçilik arasında nasıl bir bağlantı kurduğumu anlamaya çalışıyor olabilirsiniz. Sizi çok meraklandırmadan şöyle kısaca bahsedeyim. Film, sadece Manhattan Projesi’ni veya sadece Robert Oppenheimer’ın fizikçilik yönünü anlatmıyor. Bu yönü ana odak olacak şekilde: Siyasi yönü, benimsediği ideolojiler, komünist ideolojideki hoşuna giden kısımlar, duygusal hayatı, tam bir çapkın olduğundan kaynaklı olarak gelgitli ilişki yaşamı, diğer fizikçilerle arasındaki iletişimler ve Manhattan Projesi sonrasında başına gelen olaylar… Yani film bize tam olarak bir biyografi tecrübesi sunuyor. Bunu bir sanat filmi olarak değil de büyük ve ünlü bir yönetmenden mainstream film olarak izlemek büyük bir zevkti. Ayrıca, senaryo gereği kadraj sürekli Oppenheimer’ın etrafında olan olaylara odaklanıyor bu yüzdenden de diğer karakterlerin derinliğine çok fazla girilmiyor. Özellikle Nolan’ı hep eleştirdiğimiz nokta kadın karakterleri çok yüzeysel anlatması ve onlara hiçbir derinlik verememesi olmuştur. Bu filmde de bu olay hâlâ geçerliliğini koruyor. Jean, Kitty ve Ruthie karakterlerini çok yüzeysel görüyoruz. Tamam bu bir erkek merkezli film ancak kadın karakterin derinliğini vermeden bize anlatıp bir de sadece duygusal ilişkide yaşadıklarını gösterince o karakter gözümüzde hiç haline geliyor. At gitsin yani. Yapma iki gözümün çiçeği, yapma az yapan tek atan yönetmenim yapma Nolan’ım, yapma. Neyse, biz senaryoya dönelim. Film genel anlamda Robert Oppenheimer’ın ve filmin sonlarına doğru da Lewis Strauss’un etrafında döndüğü için diğer tüm Nolan filmlerinin aksine bu filmde oyunculara çok büyük alan düşmüş. Özellikle, Cillian Öurphy ve Robert Downey Jr. kendilerine verilen bu oyun alanında öyle güzel öyle ustaca oynamışlar ki biz hayranlıkla kendilerini izledik. Buraya kadar gelmişken oyunculuklardan bahsetmesek olmaz.



Film adeta kırmızı geçit gibi: Cillian Murphy, Robert Downey Jr., Matt Damon, Emily Blunt, Florence Pugh, Alden Ehreinhech, Jason Clarke, Kenneth Branagh, Rami Malek, Tom Conti, Alex Wolff, Jack Quaid…

Tüm bu karakterleri filmde az buz görüyoruz. Düşünün bu kadar ünlü oyuncu var ki bunlardan en az 7-8 tanesi tek başına başrol olabilecek oyuncular ancak Nolan öyle büyük bir yönetmen ki bu oyuncuların hepsini yan rol olarak kullanmış. Bu kadar kolay oyuncu haracayabilrn bir yönetmenin bir oyuncuya bu kadar fazla alan tanıması bizi şaşırttı açıkçası. Ancak Murphy’nin ve Downey Jr.’ın performanslarına şahit olunca Nolan’ın neden bu özgürlüğü verdiğini çok daha iyi anladık. Bunların yanında Florence Pugh’un o kadar da rolü olmamasına rağmen Jean karakterine yüklediği kişilik (hem de o kadar altyapısız yazılmasına rağmen) beni büyüledi. Hele ki, sorgu esnasında hülya olarak gösterilen bir sevişme anı var o kadar absürt bir ortam da sadece gözleri ve hissettikleriyle karakterin neler düşündüğünü bize anlatabiliyor olması harikaydı. Ayrıca, bir fizikçi olarak fiziği bana sevdiren kişi ne kadar Önce Oppenheimer sonra Einstein olsa da Richard Feynman ona bağlı kalmamı sağlayan yegane sebeptir. Ve onun bu neşeli kişiliğimi yansıtabilecek en iyi oyuncuyu bulmuşlar diyebilirim. The Boys’tan Hughie olarak tanıdığımız Jack Quaid adeta modern Feynman givi görünmeyi başarmış. Az sahnesi de olsa o hissi de çok iyi verebilmiş. Ben senden razıyım usta. Oyuncu kısmını bitirmeden şuna değinmem gerekiyor: Matt Damon ne kadar harika bir Albay olmuş. Bu filmden sonra kendisini daha çok askeri rolde görebiliriz. Elbette, askeri filmleri var ancak bu şekilde albay oldupu ve emir komuta zincirinde yukarıda olduğu filmler bence yoldadır. 

Filmin müziklerine çok az değineceğim çünkü çoğu sahne ağır çekim + arka plan müziği şeklinde çekildiği için müzik kullanımı bana çok geldi. Ancak kullanılan müzikler gayet de kaliteli olduğu için kötülemek de istemiyorum. Bu yüzden iyi ama çok kullanılmış diyip kurgudan bahsetmek istiyorum.

Kurgu… Ah o kurgu ahh… Christopher Nolan, sen saplantılı bir insansın. Harika bir yönetmen, müthiş bir senarist, inanılmaz bir araştırmacı ve sinema dehasısın. Ancak her dehada olduğu gibi senin de bir takıntın var. Filmi anlatırken zamansal kaymalarla anlatmak, yani filmi bi başından bi ortasından bi sonundan anlatmak. Memento’nun harika olduğunu biliyoruz, ki sen de biliyorsun. Ustalık Memento’su olarak Tenet yapmak istedin ancak bu kurgu senin bile altından mükemmel şekilde kalkamayacağın derecede ağırdır. O yüzden içine sinmedi. E be abim, miss gibi Dunkirk yaptın. Hem de onda ki zaman kayması bir düzendeydi ve haikra işleniyordu. Neden gaza gelip filmi parça parça anlatmam istedin ki? Şu dağınık kurgu olmasa 9.1-9.2’lete çıkabilecek film seyir zevkini olabildiğince düşürdüğü ve gerektiğinden fazla karmaşık hale getirdiği için 8.2 verebildim üzüle üzüle. Yoksa film mükemmel gerçekten ancak Nolan filmi parça parça anlatmayı tercih etmiş. He bu durum filmin ilk yarısında çok da sırıtmıyor çünkü tempo yavaşken her şeye ayak uydurabiliyorsunuz ve bu parça sahneler de birbirini tamamlayacak şekilde denk geliyor ancak film climaxe yaklaştıkça film kaosa sürükleniyor. Belki de olaylar gerçekten de kaosa sürüklendiği için böyle bir kurguda bulunmak istemiştir çünkü filmin temposu ne kadar hızlıysa kurgudaki karmaşa da o derecede oluyor. Ancak climax’e yaklaştıkça artan kaos seyir zevkini bir yerde düşürüyor. Emin olun bu kadar harika bir film olmasaydı bu kurgudan dolayı inanılmaz sınıfta kalırdı. Ancak gerek oyunculukları, gerek senaryo akışı, gerek gerçek hayata bağlılığı gerekse inanılmaz görsel dizaynıyla Oppenheimer (Nolan’ın en iyi filmi olmasa da) şimdi de kült filmler arasında yerini almış görünüyor. Benim bu sanat eserine puanım...


Yorumlar (0)