Anasayfa > Haberler > Buram Buram Atmosfer Kokan Film: The Pale Blue Eye

Buram Buram Atmosfer Kokan Film: The Pale Blue Eye

Film İnceleme 1 yıl önce Buram Buram Atmosfer Kokan Film: The Pale Blue Eye

Çıktığı tarihten beri izleyicilerini; filmi çok sevenler ve filmden nefret edenler olarak ikiye bölen The Pale Blue Eye filmi, son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri olabilir.

Efsane aktör Christian Bale ve yetenekli genç oyuncu Harry Melling'in başrollerini üstlendiği "Solgun Mavi Gözler" filmi, son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri olabilir. Filmin eksileri yok muydu? Tabiki vardı. Fakat filmin iyi yönleri kesinlikle bu hataları örtebilecek derecedeydi. Bu düşünceye sahip olmamın pek çok sebebi var sayın okur. Fakat filmin iyi ve kötü yönlerini içeren bu sebeplere geçmeden önce dilerseniz gelin, filmin ne anlattığına kısa bir şekilde değinelim.

19. yüzyılda geçen The Pale Blue Eye filmi, bir harp akademisinde işlenen sıradışı cinayetleri ve bu cinayetleri araştıran dedektif Augustus Landor'u konu almakta. Christian Bale, alkolik, geçmişiyle alakalı sorunları olan fakat bir o kadar da zeki "Dedektif" rolünü üstlenirken, filmin hikayesinde ki bir diğer kilit karakter olan Edgar Allan Poe karakterine ise Harry Melling hayat vermekte. Amerikan edebiyatının en ünlü yazar ve şairlerinden biri olan Edgar Allan Poe'nun kurgusal bir karakter haline bürünerek filmde yer alması ve Poe'ya hayat veren Harry Melling'in efsane performansı ise; Poe karakterini hikayeye iyice işleyerek güzel bir hâl kazanmasını sağlamış. Kısacası The Pale Blue Eye filmi, harp akademisinde işlenen bu cinayetleri çözmeye çalışan dedektif Landor'u ve ona yardım eden harp akademisi öğrencisi Edgar Allan Poe'yu konu almakta. Dilerseniz gelin filmin neleri iyi neleri ise kötü yaptığına değinmeye başlayalım.

Dostlar, sizlere ilk başta filmde beğenmedim detayları ve sevmediğim olayları anlatmak isterim. Çünkü bu detaylar dışında filmde yer alan her şeyi çok ama çok beğendim. Ama şu an filmi övmenin değil, kötü yönlerinden bahsetmenin zamanı. Ben çok sıkı bir Poe hayranıyım. Yazarın yazıldığı tüm kısa hikâyeleri ve romanları okudum ayrıca şiirlerinin neredeyse yarısını defalarca bitirdim. Poe'ya ve Poe'nun felsefesine karşı olan bu sevgimin yanısıra, ben filmde Poe karakterinin olmasından rahatsız oldum. Bunun sebebi, karakterin kötü işlenmesi veya bir sanatçının dedektif temalı bir filmde gösterilmesinden rahatsız olmam değil. Bunun sebebi tamamen Poe karakterinin filme zorla işlenmeye, sıkıstırılmaya çalışmasından kaynaklı. Filmde ki Poe karakteri çok iyi yazılmış ve Harry Melling sayesinde çok iyi oynanmış. Fakat buna rağmen bu harika karakter filmin konusuna adapte edilememiş. Film, arka planda işlenen o esrarengiz cinayetleri ve garip olayları çok iyi yansıtmış. Aynı şekilde Poe karakteride müthiş olmuş. Fakat bu iki harika şey doğru düzgün bir araya getirilememiş.



Bu konuyu daha iyi anlatabilmek için şu örneği vermek isterim. Christian Bale'in dedektif karakteri, harp akademisindeki cinayetleri çözmek üzere okula gelir. Bu süre zarfında da yeni cinayetler işlenmeye devam eder. Bale'in karakteri ise uzman bir dedektif olarak bu cinayetleri araştırır. Buraya kadar hikaye gayet normal, ilgi çekici ve güzel gider. Ta ki Poe karakterini görene kadar. Poe'yu ilk gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Fakat daha sonra, keşke sadece bir an görüp daha fazla görmeseydim dedim. Bunun sebebiyse, yönetmenin sırf Poe karakterini hikayeye işleyebilmek için saçma kararlar vermesi. Uzman bir dedektif olan Bale'in karakteri, cinayetleri çözmek için bir anda 4. sınıf öğrencisi olan Poe'dan yardım ister. Bu olaya "tamam, olabilir" gibi tepkiler vererek geçseniz bile, filmin sonuna kadar olan tüm olaylara Poe karakterinin zorla dahil edildiğini görmek, seyir zevkinizi oldukça zedeliyor.

Bunun yanısıra filmin bazı yerlerinde, bir gizem filminde kesinlikle olmaması gereken o saçma çizgisellik bulunmakta. Çizgisellik kelimesinden kastım; karakterlerin önüne bir anda aradıkları şeyin gelmesi ve her şeyin inanılmaz bir uyum içerisinde gerçekleşmesi. Filmin bir yerinde Dedektif ve Poe karakterleri, bu cinayetleri işleyen katili aramak için bir araştırma içerisine girer. Bu araştırma sırasında Poe karakteri, yüzlerce kitabın bulunduğu bir kitaplıktan rastgele bir kitap seçer. Ardından yüzlerce sayfası bulunan bi kitabın rastgele bir sayfasını açıp, yine rastgele bir yerden okumaya başlar. Ve ne tesadüftür ki, tam da o okuduğu yerde katille alakalı çok büyük bir ipucu bulunur. Filmde bu ve bunun gibi bir iki sinir bozucu sahne yer almakta. Bu sahneler hem izleyiciyi aptal yerine koymakta hem de filmin kalitesini aşağıya çekmekte. 

"Bu sene izlediğim en iyi film olabilir" diyerek başladığım yazıda paragraflar boyunca filmi kötüledikten sonra, sonunda filmin sevdiğim yerlerini sizlerle paylaşmaya başlayabilirim. Dostlar, öncelikle şunu hemen söyleyerek aradan çıkartmak istiyorum. Filmin renkleri, o kasvetli havası ve sinematografisi çok güzeldi. Filmin adının The Pale Blue Eye olması ve filmde ki tüm renklerin de soluk mavi rengini anımsatması ise beni hayran bırakan bir diğer detay oldu. Filmin atmosferi şahaneydi. Soluk mavi ve gri tonları, o bembeyaz karlı araziler ve iç mekânlardaki siyah tonları, filmi izlerken içinizi boğup sizi gergin bir ruh haline sokmakta. Filmin görüntüleri dışında sesleride oldukça güzeldi. Az ama öz bir şekilde kullanılan ana tema ve müzik sesleri, oldukça etkileyici ve güzel kullanılmış. 



Tüm bu teknik detayları bir kenara bırakıp biraz da filmde ki karakterler hakkında konuşmak istiyorum. Ah o karakterler... Az önce de söylediğim üzere Poe karakteri harika bir şekilde işlenmiş. Yazarın hayatı boyunca çektiği sorunlar, o rahatsız ve hasta ruh hali, kemikli suratı ve hem sempatik hem de korkunç görünüşü çok iyi yansıtılmış. Bunun yanısıra Christian Bale'in canlandırdığı dedektif karakteri ise harikaydı. Bale kalitesi demem bu konu için yeterli olur. Bu iki ana karakter dışında kalan tüm yan karakter ise gayet ilgi çekici ve dikkatli bir şekilde yazılmış. Filmde güzel yazılan bir diğer şey ise filmin senaryosu olmuş. Sizi hiç bekletmeden başlayan intihar hikâyesi bir anda cinayete, cinayet hikâyesi bir anda satanizme, satanizm hikayesi ise bir anda intikam hikayesine büründürülmüş. Tüm bu ani ters köşe geçişleri ise birbirine çok iyi bağlanıp beyaz perdeye güzel bir şekilde yansıtılmış.

Son olarak filmin final sahnesine değinmek isterim. Film boyunca dedektif karakterinin kızıyla alakalı bir sorununun olduğu barizdi. Hatta filmlere azıcık aşina olan bir izleyici iseniz, karakterin kızının ölmüş olduğunu tahmin edebilirsiniz. Fakat filmin sonunu tahmin edebileceğinizi sanmam. Size filmin sonunu anlatarak, o harika finalin sürprizini kaçırmak istemem. Bunun yerine siz değerli okurlarımıza şu dakika kalkıp filmi açarak izlemenizi öneririm. Dostlar, ben iyisiyle kötüsüyle The Pale Blue Eye filmini beğendim. Yavaş fakat emin bir şekilde işlenen, atmosferi ve karakterleriyle sizi içine çeken ve esrarengiz hikayesi ve finaliyle ters köşe yapan bu filmi, eğer yavaş hikayeli filmlerden hoşlanıyorsanız size şiddetle öneririm.


Yorumlar (0)